25 Ocak 2011 Salı

İroninin ironisi

Şunu belirtmekten kendimi alamıyorum... Zoraki ironilere gark olup, size aslında olamadıkları kişileri aşağılayıp sunan insanların yazılarını okumaktan sıkıldığımı dile getirmek istiyorum.
Bunlar kimler midir?
En başta eski reklam afişlerini yaşam tarzı haline getirip, daima soluk bir hayatta yaşıyormuş gibi lanse eden insanlar... 2.dünya savaşında kadınları savaşa teşvik etme amacının günümüz güzellerine sülük gibi yapışmasıyla başladı bu olay. Bir motosiklet, bir elektrikli süpürge, bir sabun, bir tuzluk reklamı; kısa dalgalı saçlı, pembe yanaklı, temiz hizmetli önlükleriyle kapak kızlarıyla süslendi.
Şunu itiraf etmeliyim ki ben de bayılıyorum o eski afişlere. Hatta çoğundaki kara mizah oldukça hoşuma gidiyor. amma velakin sözüm meclisten dışarı.
Gözlerini aç kızım! 2011 yılındasın! Kimse eline sonsuz şöhret, altına Cadillac vermiyor. Gözlerini boyayan senin sahip olamadığın şeyler ve sana göstermedikleri. Zira savaş içinde, üst mevkide değil hayatta kalabilme mücadelesi verebilen bir kadın olsaydın, ne elindeki lüks sigaranla ilgilenir, ne de haftasonu plajda giyeceğin mavi beyaz çizgili mayonu düşünürdün.
Ne bileyim.. Ören bayan var mesela?
Sen günümüzün zavallı eski nesil şişme bebeğisin...

İkincisi bol dövmesi olan ve kendini sanat uğruna soyunurum mantığıyla kamera önlerine adamış İpek adlı genç kızlarımızı esefle kınıyorum.
Evet seks günümüzün en önemli hayat materyallerinden birisi... materyal demişken... alet edevat... bilirsiniz...
ama bu bir şekilde, kendini günlük yaşamda kaltak ( TDK sözlük saaaayysss; kaltak, uygunsuz davranışlarda bulunan kadın ) sıfatına sokmaya sebep olmuş genç kızlarımızla ilgili merak ettiğim bir başlık oluveriyor, bu sana gelsin ; wtf is s.e.x. ?

Bir diğer konu ise, eveeettt, dün "Devil wears Prada" filmini tekrar ve tekrar izlememden öğrendiğim kadarıyla, NewYork sınırları içinde sıfır beden 22ye denk geliyormuş. 22 ise moda sektörünü yuvarlayıp komşu mağazanın sınırlarına giydirince 32 bedene denk geliyor. ben ise teknik olarak(!) 40 beden olduğuma göre kendimi tekrar rejime sokmuyorum. Üzgünüm sevgili okurlar ama sıfır beden olacak kadar aptal değilim. Danone'nin o harika pudinglerine, anneannemin müthiş ev yemeklerine, Burger King'in Nugget Menüsüne karşı koyabileceğimi sanmıyorum. Ayrıca buradan selamlarımı iletmek istiyorum, çokça yakın gözlüklü minik dişli bir arkadaşımın, parmağını sandalyesinde parçaladığı "metalci dayı"sında kokoreç ve köfte yemeği de yeniden isteyebileceğim her an. Ayrıca ayda bir iki defa arkadaşlarla buluştuğumuz cafede Mexico City adlı ne olduğunu hala anlamadığım yemek de mükemmel. Bir vakit bulayım yine gideceğim.
Eğer ki evet şimdi rejime girdim! dediğimi duyarsanız. bilin ki bu sadece geçici bir kontrol kaybı.
Konuyu uzatmadan bağlamam gerekirse ben kamera önüne geçmeyi planlamıyorum, ben kendimi tanıştığım insanlara olmadığım biri gibi göstermeyi istemiyorum. Dışım zarif olsun, ruhum geniş?...ah, hayır teşekkür ederim, kalsın... Ben bu gece bir kadeh şampanya ve şurada duran kanepelerde idare edeceğim... Merci şekerim...

Sona yaklaşırken bir diğer başlığı dile getirmekten onur duyarımmm,
sözlükler!
İtiraf etmeliyim ki ekşi sözlüğün günümüzdeki itibarı zarar görmeyecek bir boyuta ulaştı. ama ben onca uzun uzadıya yazılan, zoraki yazıları okumaktan ciddi şekilde sıkılıyorum. ve yine itiraf etmeliyim ki google'a bir şeyler yazıp araşırmak istediğimde her halukarda karşıma önce ekşi sözlük çıkıyor, açıyorum bakıyorum, eveett. öğreniyorum. Bunun hemen ardından gelen uludagsozluk, itusozluk...
Bir sözlükler şu konulara takmıştı, içki içen kız bakire değildir, converse giyen türbanlı kız, converse giyen kız verir, metalci kız verir, çirkin kız verir, dövmesi olan kız iki biraya verir... Hayır arkadaşım, mantık sınırları çerçevesinde, eğer kızı bira içmeye götürmeye ikna edebiliyorsan, vermesi için kızın dövmesini sorgulaman yersiz bir mevzu... Dengeleri şaşırmamak gerek.. can sıkıntısında her defasında sözlük kurcalamamak gerek...

Son bir mevzu olarak, sevgili erkek arkadaşım ( kim olduğunu ve geçmişimizi hayatımda ilk defa kendime saklamayı tercih ettim... ) iyi ki sana siyaset hakkında konuşmaktansa bilim hakkında konuşmayı tercih ederim, kesinlikle çok daha yararlı, en azından insanlığa bir şey katıyor dedim... Vur dedim öldürdün... Kendimi gerizekalı gibi hissetmemek için, şimdi bu yazıyı yayınladığımda google'a "cognitive bias" yazıp kurcalamaya başlayacağım.

Ne 60'lardan fırlamış geniş omuzlu, dar ve kısa pantolonlu moda ucubesi olup retroluğun yanından bile geçemeden alnınızda retro yazısıyla dolaşın, ne de kısa küt saçlı Fransız filmlerinin sempatik oyuncuları olun... Malum, gördüğüm Fransız turistlerin yüzde 90ı karga burunluydu...

Au revoir... (;

Sophie F.

20 Ocak 2011 Perşembe

Yeni teknikler...

Offf çok fazla rekabet, çok fazla rakip piyasa, çok az müşteri potansiyeli... hızlı çıkış olmamalı... sakin... sakin... 10 yıl sonra nerede kimle ne olacağım... çok fazla rekabet.. çok fazla rakip...

Hiç sorun teşkil etti mi peki?
Aslında bazen ediyordu... Elbette kafamı çevirip önüme bakmayı öğrenene kadar...
Daima etrafı kollamak insanı hem yoruyor, hem kendisi olmasından çıkartıyor...
Sen olsan en çok hangisini severdin, sen yapsan en iyi hangisini yapardın... sen olsan mavi miydi kırmızı mı?
Ne fark eder sen oladıkça işinde... Ve ne zamandır ki sanatı ve zanaatı çevre için yapmaya başlarsın işte o zaman amacından sapmışsındır. kimse alkışlamaz, kimse teşekkür etmez, kimse tebrik etmez...

Şimdi içim rahat, evim ve işim arasında gidip gelirken arada bir yolumun üstündeki arkadaşlarıma uğruyor kahvelerini içiyor, sohbet ediyor olmak keyif veriyor... Tüm eğlencem bu olmaya başlasa da memnun değilim diyemem.
+Nasılsın Sophie? Nasıl gidiyor?
-Aynı bildiğin gibi işte... Senin?
+Nolsun iş güç... Eee anlat neler yapıyorsun?
-Koşturuyorum işte canm, aynı şeyler...
...
Bazen karşımdaki gerçekten benimle konuşmak istemiyor sanıyordum böyle konuşmalarımız geçtiğinde... Ama şimdi çok iyi anlıyorum.. Düşünüyorum, gerçekten anlatacak bir şey olmuyor. İş, ev, muffin ve kahve, arkadaşlar, iş, ev... gelecek planlaması... gelecek yatırımları... iş, ev... iş.. iş...
sosyal hayatımı oldukça sevmeye başladım... iş...
özel hayatımı da çok sevmeye başladım... o da iş...
hele ki eve geldikten sonra bambaşka oluyor... mailler, check them, iş, mail, mail, iş....

Dün gece annemin bir arkadaşı bizde kalıyordu. Yalnız yatmayı sevdiği için benim odamda, benim yatağımda yattı. Ancak saat 00.30 olmasına rağmen ben bilgisayar başındaki işimi bitirememiştim.. internet ortamı insanı alıp götürüyor bilirsiniz... Çıldırmış gibi önüme gelen tüm iş ilanlarına, ortak çalışmalarda bulunmak için mailler atıyordum, siyah 2009dan kalma ajandama sürekli notlar tutuyordum...
Sayın bayan klavyenin tıkırtılarından olacak ki uyandı... ufff! hadi git yat! dedi...
Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissettim...
Evet, misafirimdin... ama kendi odamdaydın.. benim sınırlarım içindeydin.. Haciz geldiğinde bile memurlar kapısı kapalı odalara özel alan mantığı ile giremiyorlar... Sen kimdin!?
Bilgisayarı düğmesine uzunca basarak sinirle kapattım... "Benim devletten düzenli gelen bir maaşım yok, işimi yapmak zorundayım yoksa o hiç beğenmediğiniz asabi Sophie çulsuz Sophie olacak. Ama siz ne anlarsınız!" diyerek içerideki odalardan birisine geçtim.
Merakla bekliyorum bir dahaki gelip misafirimiz olacağı zamanı...
İstenmediği yerde nasıl durabilir bir insan merak ediyorum sahiden...

Zamanla alışmak gerekli sevmediğiniz arkadaşlara, işlere, ve çalışma ortamlarına...
Zamanla zaten en rahat ettiğiniz yer gelecek, kendinizi en iyi hissedip, her şeyden kaçmak istediğinizde gitmekten keyif duyacağınız iş... huzur veren eviniz... illa ki gelecek...

Seven bir adam, seven bir kadın, sizi koşulsuz kabul edecek yakın arkadaşınız, zorlanmayacağınız işiniz, hzuurlu eviniz....
Bunun için sadece ne istediğinizi tam olarak bilmeniz yetmeyecek sadece...
Biraz da çalışmak yoğun olarak koşturmak, zorlamak gerekecek kendinizi... zor olacak... olacak... biliyorum...

Sophie... F...

17 Ocak 2011 Pazartesi

Cevap, geç... düşünce, geçmiş...

Güzel bir şeyler yazma hevesiyle girdim nete... Ama son zamanlardaki sıkıntılı hallerime ek olarak zaten ayrılığım erkek arkadaşımın beni daha önceden beri aldattığını öğrenmek, mükemmel keyifli hayatıma bir artı olmuş oldu.
Dostlar, bu zamanlarda devreye girer, ve senin ellerin ve sesin titrerken şöyle söylerler;
"Daha önüne kimler çıkacak!"
"Sen güçlü bir kadınsın, güçlü olacaksın!"

Ve hep çabaladığını görürsün.
Korkunç geçen bir gecenin üstüne, sabah uyandığında saçlarını yolarak tarar, ifadesiz bir bakış atarsın aynaya. Aldatıldın, hem de sevgilini 3 defa aldatmış bir kaltak için!
Karşındaki kişi işlerinden, ailesinden dolayı yorgundur, yalnız kalmak istediğini düşünüp yalnız bırakırsın onu... Ne yazık, sen onun endişesindeyken, o gününü gün ediyordur. Sen de cepteki kadın olmaya mahkumsundur.

O an anlarsın, o an, saçlarını yolarken, aslında üzüldüğün aldatılma eylemi değil, eylemin sana yapıldığı olur. Hem de hiç yoktan, hem de hiç hak etmemişken, hem de küçücük dünyalı insanların arasındayken... Bir ilköğretim okulundaki hiç bir zaman dönülüp bakılmayan hizmetli gibi... Ben bunları yaşayacak insan değildim... dersin. Ama yaşandı ve bitti işte. Geriye kin, mutsuzluk, asabiyet, ciddiyet, intikam duygusu kalır. Ne de olsa zamanla geçecek, ama baş ağrılarına son vermez bu düşünce, ya da nefretinden oluşan karın ağrılarını kesmez.

Sabah aynada, eyelinerı düzgünce çekilmiş, saçları düzleştirilmiş bir heykel görürsün. Komşular kapıyı çalmaya başladıklarında, yüzün bembeyazdır. "Soğuktan olmalı... Ocak ayının sonundayız."

Ne başka bir sevgili, ne bir seks arkadaşı, ne de birlikte kahve içebileceğin sadece bir arkadaş... hayır yeterli değil...
Her zaman gittiğin işine gider, patronunu görürsün. Sana verilen görevleri yerine getirirsin ama büyük dikkatle, kaçmak için?, büyük özveriyle... Her anını irdelersin her santimine bakarsın, ölçüsünü alırsın kendi işinin. Mükemmeliyetçi bir terzi gibi... Her pulu doğru noktaya yerleşmeli... Her sicimi aynı boyda inmeli aşağı... Sonunda diktiği kıyafetlere bakan bir terzidir. Sonunda işi bitmiş, yeniden düşüncelerle kalmış terzidir...
Gün boyu gülümseyemezsin... Bu bana asla olmayacak derdim... Asla benim kişiliğimde birisine olmaz...
Büyük konuşmakmış meğerse...
Tüm gün yapılan espirilere verilen ciddi bir gülümseme, bir profesyonel ama biraz sahte... Tüm gün yapılacak işi düşünmek... Başka şeylere kafa yormak yok...

Fight Clup filminde Edward Norton, dairesini patlatmadan önce milyarlar harcar eşyalarına. Ying-yang masası, koltukları, televizyonu, rafları.... Şimdi bu bir gelecek planlaması. Ondan tek farkım sevdiğim bir işi yapıyor olmak. Ondan tek farkım, kendi ayaklarım üstünde durabiliyor olmak...

Dostlar acı söylemez... Dostlar doğruyu söyler...
"Ben güçlü bir kadınım..."

Evet zor her şey çok zor.. yarınımın ne olacağı belli değil. ve çoğu kişiden yolun daha başında olduğumu duymanın vermiş olduğu bir baskı var. Yolun daha başındayken, ailem ne zaman sigortalanacağımı sordu bugün... Bu yaşıma geldiğimi -kaç olabilir kim bilir? ben saymadım- hala bir sigortamın olmadığını... Baskılar yaşam kur diyor... Baskılar geleceğe yatırım yap diyor... Baskılar bir eş bul, evlen diyor... Tüm bunlar benden sonrakilere mükemmel bir gelecek sağlamam için zorlanıyor. Baskılar bana geliyor.. Zamanla benim adım dayatma oluyor... Zamanla benim adım benden çok uzaklara gidiyor...

Bir iki gün kafa izniyle kendime süre vereyim diyorum... Kafam yerinde değilken izin verebileceğim bir şey kalmıyor...
Bir iki gün daha...

Yorgunluk ve bitmişlikten bileklerimin inceldiğini hissediyorum... Bugün 50.000$ taşıdım, ve sadece 2 elimle... güçsüz düşen 2 kolla...
Asia Argento, bir filminde dünyalar tatlısı bir çocuğa şunu tekerletir...
"Bir tişört iki kol...
İki kol.... iki bacak..."

Var olanımız bu kadar... Aynaya baktığımızda gördüğümüz mükemmeller değil. Çocukken oynadığımız parlak giysili Barbie bebekler değil...
Sen kısa boylusun,
sen şişkosun,
sen uzun yüzlüsün,
kulakların kepçe,
kelsin,
gözlerin ayrık,
burnun büyük,
dudakların ince....
Genetik olarak bunu okuyan kişi mükemmel değil belki... Genetik, teknik olarak hep pratikte kaldı... Peki güzelliği kim icat etmişti?
Ya da kim katı kurallar çerçevesine soktu?
Sadece biz en mükemmel arasında yaşıyor olmalıyız... Halbuki ana caddesinin hemen paralelindeki ara sokak senden millerce uzakta...

Aklıma geldi... Dilinize fena dolanacak bir video izletti arkadaşlar geçen gün. Biraz gülerek, biraz müptelası olarak... Güzellik kriterlerinin neye göre belirlendiğini siz karar verin istedim. Onca suratsız yazımın ardından hala eğlenecek bir şeyler var... Hala dinledikçe keyifli dakikalarımı anımsatacak bir şeyler var... Youtube iftiharla sunar; Diyar Pala....
http://www.youtube.com/watch?v=3cnCgRapk1U

Ben girdiğim rejimi bozup 6lı nugget menüme dönüyorum.... Ardından Toblerone'dan bana sponsor olmasını isteyeceğim...

Şişko, çirkin, mutsuz iş kadını, Sophie F.

11 Ocak 2011 Salı

Buzdolabı kalp alışveriş

Buradan sevgili Koton, Zara, Mango ve Adil ışık'a sesleniyorum!
Kötü zamanlar geçirdim, evet. Kafamı dağıtmaya ihtiyacım olduğu üzere tam bir kadın tribine girip alışverişe çıktım! Tanrım yeni sezon!
+ Ahahaha! Fiyatlar da yeni sezonmuş!

Önce neden siz olduğunuzu söyleyeyim. Çünkü hemen yan taraftaki uygun fiyatlı mağazadan aldığım tüm kıyafetler orantısız bedenimde emanet gibi duruyor. Aynaya baktığımda ikinci el muamelesi görmüyormuşum gibi bir de güzel bir şey bulunca birkaç yıkamadan sonra yakası paçası dağılıyor.

Evet her defasında bir şeyler alacağım diye alışverişe çıktığımda, elimde kocaman bir paket Ruffles ya da kendimi Burger King'in önünde buluyorum!
+ Heeeyy yaşasın alışveriş mağazaları zihniyeti. her şeyi aynı yere yapmışlar.

.....
Asıl mesele nedir peki?
Sophie F.

10 Ocak 2011 Pazartesi

Eski sevgilimin yeni sevgilisine..

Biliyor musun bunları söylemek istemezdim... Ama şu an yattığın adamla daha önce ben yattım...
Ve üzgünüm tatlım, bunu da söylemek istemezdim... ama onu ben terk ettim. Hem de iki defa... Benden ayrılması epey güç oldu. Bu yüzdendir biliyorum içinde bir yerlerde bir şeyler kaldı bana dair.
Ve bu yüzdendir biliyorum ki benden nefret ediyorsun. Mahallenin esnafının senin yerinde benim olduğumu bilmelerinden muzdaripsin... Arkadaşların daha önce senin elini tuttuğun adamın benim elimi tuttuğunu gördüler. Sana sürekli benden söz ettiler.
Evet evet... biliyorum, söylemene gerek yok. Hakkımda belki de hoşuna gitmeyecek şeyler duydun, ki bu süper egoma iyi gelir... Ama üzgünüm kızım, yarası olan gocunur derler. Zira arabanın önüne atladığım yalanına kimi inandırabileceğini sandın merak ediyorum. Ya da bir işe girmeye çalıştığımı ama tanıdıklarını araya sokup benim işe girmemi engellediğini söylemek ne aptalca. Pek sevgili eximin senden daha iyi bir yalancı bulabilecek kadar zeki olabileceğini düşünmüştüm, ama yalanların bile falso tatlım... çok uğraşmış olmalısın...
Ama hayır, biliyor musun sana aslında acıyorum. Çünkü sevişmeyi bilmeyen bir adamla yatmak ne demek senden çok deneyim ettim benimle yaşadığı süre içinde. Dilini kullanmayı beceremeyen ve ağzımı kuyuya sokmuşum gibi hissetmeme sebep olan bir adamla öpüşüyor olduğunu bildiğim için senin adına üzülüyorum. Eminim daha iyilerini hak edecek şeyler de yapmışsındır.
Tatlım... bunu söylemeyi gerçekten istemezdim ama benim kullanıp attığım mendilleri kullanıyorsun. Epey canın yanmış olmalı bana yok yere kin güdüyorsun. Yazık... tüh... söylemek istemezdim ama ben gittikten sonra beni ne kadar özlediğini söylemiş herkese... ve gidip hemen birisini bulduğumu ayrıldıktan sonra... Erkekler yediremezler bilirsin... ukde kalmış belli ki, ama senin göbek bölgendeki yağların benim onda yarattığım ukdeleri kapatır, merakın olmasın...
Güzel çakma sarışın yeni sevgili... Bayan pek kraliçe... Biliyor musun, söylemek istemezdim ama, küçücük dünyamızda denk geldik bir gün. Bilmiyordun ki o zaman. Ama ben söyleyeyim... Siz el ele tutuşmuş otururken gelip gülümseyerek karşınıza oturdum. Siyah deri eldivenlerim, bacaklarıma yapışan dar kotum, onun en sevdiği ceketim ve düzleştirdiğim siyah - boyasız - saçlarım ve hafif makyajımla tam onun sevdiği kıvamdaydım. Bacak bacak üstüne atıp, bolca gülümseyerek, arkadaşlarımla, onun gözünün içine baka baka sohbet ettim. Sen onunla ilgileniyordun, meyve suyu içirmeye çalışıyordun ellerinle, canım benim... ama o, gözlerini bana dikmişti.. kafamı ona çevirdiğimde gözlerini kaçırıyordu. ve sen onun elini her tutuşunda elini çekiyordu. Sonunda sen de bu durumdan rahatsız oldun. Tam kalktığım anda beni fark ettin. Hahah... Acınası... Çünkü beni daha yeni tanıyordun ama ben senin benim hakkımda konuştuğun pek çok şeyi şimdiden biliyordum.
Gözünde değersiz birisini nasıl yüceltirsin biliyor musun? Çevrendekilerin ona ilgi duyduğunu fark ettiğin anda. Ve belki korumacı, gerzek bir yeni sevgili, erkek arkadaşının düşüncelerini bile kendi hapsinde tutmaya çalıştığı ve senden onu kaçırdığı anda... İşte bu yüzden seninle uğraşmak keyifli... Bana onunla olan geçmişteki ilişkimin değerli olduğunu hissettiriyorsun. Seni aptal prenses... O adam seni şişman gösteriyor. Git yeni bir şey al kendine.
Sevgiler sevgiler öpücükler kucaklar

Sophie F.

in wonderland...

Bu kadına resmen hayranım... Elena Kalis...
Doğru olmayanı doğru kılarak önümüze sunup hem doğruluğu hem hayali aynı çerçevede görmemizi sağlıyor.
Alice serisine iyice bir göz atayım dedim... Fotoğraflar içinde bir masaldan ziyade vermek istediği ne çok şey olduğunu gödüm...
Merak edenler için deviantart sayfasında sugarock99 olarak geçiyor ancak işlerini websitesinde görmenizi tavsiye ederim.
www.elenakalisphoto.com

9 Ocak 2011 Pazar

Gecikmiş...

Saat 16.30... Yeni uyanıyorum.
Önceki günden kalmış olmanın verdiği bir yorgunluk var. Yataktan kalksam mı bilemiyorum. Annemin bir ara başımda "saat 2 oldu" dediğini anımsıyorum. üstünden 2 saatten fazla geçmiş.
Kalktığımda doğruca lavaboya gidişim, kahvaltımı alıp annemi de yanıma çağırıp film izlemeye koyulmamız bir oldu.
Her şey çok olağan ve gerektiği gibi giderken bir anda telefonunuz çalar... Çalan telefonlardan hiç bir zaman ne geleceği belli olmaz... Açarsınız... Hattın bir ucundaki kişi en yakınınız ve deliler gibi ağlayıp bağırıyorsa ne yapardınız? Haftalardır içinde biriktirdiği öfkeyi, ezilmişliği, nefreti, kıskançlığı, çalışıp teşekkür alamıyor olmanın verdiği sıkılmışlığı salmak mı daha çok acı verirmiş, yoksa her kırgınlıkta biraz biraz salmak ve sonunda güçsüz görünmek mi? Çığlık atarken içimizdekileri kırmamaya özen gösterirken dışarıda bir şeyleri patlatma, kırma, bizi biz yapan her şeye saldırma ihtiyacı duyarız. Nereden mi biliyorum?
Çok eski değil, eskiden kafasında yaralar açan bendim, duvarları, kapıları,  parkeleri kıran yine bendim... Değerli takıları kopartan, gözlükleri ve telefonları kıran, bıçakları masaya saplayan...
Şimdi telefonun bir ucunda en yakın arkadaşım çığlık atarken, evde yalnız olduğunu bilmek bana sadece polisi ya da itfaiyeyi arama ihtiyacı hissettiriyordu. ama sanırım buna ihtiyacı olsaydı eminim o benden önce yapardı... öyleyse sanırım benim rolüm burada Zehir Danışma olmalıydı...
Midesi ya da beyni yıkanan bir genç kızı sakinleştirmek zordur.Bu vaka bundan daha korkunçtu.. Tüm damarlarına yayılmış bir nefreti zapdetmek olurdu bu... Derisinden fışkıracak gibiydi telefonda çığlık atarken... Nefret ettiğini, hepinin ölmesini istediğini... ölmek istediğini... Telefonun ucunda hıçkırarak ağlayan arkadaşını dinlerken garip bir hisle gözlerin dolmuş halde çaydanlığa su koyarsın, ocağı yakar ve kalan son çayı demlersin, tadı biraz kötü olacaktır. Ses uzaklaşır... Ocaktan gaz ve alev sesini dinlersin... Muz dilimleyebilirsin...Ben yaptım... Neden dilimlediğimi bilmeden dilimledim.. Yedim bile... Sonunda sakinleştiğinde ona komik şeyler anlattım... Alman rapçilerinin bir zamanlar omuzlarına koydukları radyolara benzer bir radyom olduğundan söz ettim. Gülümsedi... Telefonu kapatıp mükemmel olmayan hayatıma döndüğümde yeniden biliyordum ki hiç bir zaman üçüncü bir kişinin bakışıyla görüdğü gibi değildir bizim için hayat. Zorlukları daha zor, kolaylıkları kaile alınmaz değil...
Yarınını bilmeyen bir üniversite öğrencisinin mezuniyeti öncesi girdiği son sınavlar, bacağını kaybetmek üzere olan bir adamın hastahane kuyruğunda gıkını çıkartmadan kan sonuçlarını beklemesi, sokakta dilenen çocuktan kaçan züppe adamın o çocuğun arka sokakta bir mizah dergisi okuyor olduğunu bilmemesi, kitapları ve cadıları yakan bir mantığın cadıların var olduğu ve kendisinin var olduğu gerçeğini kabul etmesi, ailesinin baskısı altında kalmış bir adamın, bir obezin, belki bir blumia hastasının ve bir alkoliğin... hiç bir zaman yerini tutmayacak üzüntülerimiz var bize ağır gelen... Erkek arkadaşımız aldatmış, bizi artık sevmiyormuş, arkadaşlarımız yokmuş, bizi memnun edecek keyifli bir işe sahip değilmişiz, gökten para yağmıyormuş...
Ama şu an ekranın piksellerini ayırt edebilecek gözlerimiz varken güneş gözlüğü takmak daha korumalı geliyor... Attan farkımız kalmıyor zamanla...
Ama yine de... itiraf etmeliyim...
Yine de... lanet olası herif ! Öyle değersizmişsin ki hakkında bırak yazmayı, düşünmeye dahi üşeniyorum !

Sevgiyle kalın...
Sophie F.